25 Aralık 2012 Salı

Ebruli Kitapevinde Söyleşiye Katıldık!


sts a

Aşk,Yemek İçmek Gibidir!




Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği Çorum Şubesi tarafından bir söyleyişi için Çorum’a giden Yazar Mürvet Sarıyıldız sevenleri ile buluştu....

Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği Çorum Şubesi tarafından bir söyleyişi için Çorum’a giden Yazar Mürvet Sarıyıldız sevenleri ile buluştu. Dil ve Edebiyat Derneği konferans salonunda gerçekleştirilen söyleşiye Başkan Yardımcısı Turhan Candan’ın yanısıra Belediye Sosyal Hizmetler Müdürü Mustafa Ercan, Zabıta Müdürü Mustafa Kanat da katıldı.

Daha çok soru cevap şeklinde geçen söyleşide yazar Mürvet Sarıyıldız, DED Şube Başkanı Turhan Candan’ın sorularını yanıtladı.
Yazı yazmaya şiir ile başladığını belirten Mürvet Sarıyıldız, şiirle kendini ifade edemediğini anladığı zaman şiirden vazgeçerek roman yazmaya başladığını belirtti. Popüler bir yazar yerine kalıcı bir yazar olmak istediğini aktaran Sarıyıldız, “Sırf roman yazmak için roman yazmıyorum. Popüler bir yazar olmak da istemiyorum. Ben kitaplarımda iyiliği, güzelliği, doğruluğu anlatarak kalıcı bir yazar olmak istiyorum. İnsanları iyiliğe güzelliğe yönlendirmek istiyorum” diye konuştu.
Kitaplarını neden Aşk teması üzerine yazdığı ile ilgili bir soruya cevap veren Mürvet Sarıyıldız, “İnsanlar yeme, içme, barınma gibi ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra sevmek ve sevilmek ister. Bu karşı bir cins veya anne baba da olabilir. Aşk da 3’e ayrılır. Tabii Aşk, İradi Aşk ve İlahi Aşk. Tabii Aşk ile karşı cinsten birine aşık olur ilerde de evlenirsin veya o ilişki biter. İradi Aşk’ta kişi sevdiği insana benzemeye çalışır. İlahi Aşk Allah aşkıdır. Şimdiki gençler daha çok tabii aşk yaşıyor. Genellikle de çuvallıyorlar. Biten bir ilişkinin ardından kendilerini toplayamıyorlar. Ve bazen de bunun sonunda intihar ediyorlar. Birinci basamakta kalıp ikinci basamağa geçemiyorlar. Mesela Mimar Sinan, Mihribah’ın aşkı için neler yapmadı. Mihribah ile birleşemediler. Ama Mimar Sinan kendini bırakmayarak Mihribah’ın güzelliklerini mimarisinde yansıttı. Tüm Dünyaya Mihribah’ın güzelliğini gösterdi. Aşk Mahal kitabımda da anlattım ben bunu. Şah Cihan kendinden, canından çok sevdiği eşini kaybediyor. Bir gece odasına giriyor ve sabah çıktığında saçları bembeyaz oluyor. Kendini öldürmüyor veya her şeyden vazgeçmiş gibi yaşamıyor. Gidip Aşkı için eşi için dünyanın 7. Harikasından biri olan Taç Mahal’i yapıyor. Ben daha çok kitaplarımda insanlara aşkı nasıl yaşaması gerektiğini göstermek istiyorum” diye konuştu.

sts a

4 Kasım 2012 Pazar

Mürvet Sarıyıldız 31.Tüyap Kitap Fuarında...

İki Cami Arasında AŞK'ın yazarı Mürvet Sarıyıldız yeni kitabı Antik Kentte AŞK ile İstanbul 31.TÜYAP KİTAP FUARINDA okuyucularıyla buluşacak...

www.havadisturk.com

21 Eylül 2012 Cuma

İslam Felsefesi üzerine ilk roman!

ANTİK KENTTE AŞK … Farklı kültürlerde büyüyen Aren ve Deniz’in aşklarının başlangıç yeri olan Şam… Görkemli tarihi binalar, muhteşem kıvrımlı sokaklar, büyüleyici dini yapıların insanları kucakladığı avlular… Deniz, ezanla kilise çanlarının birbirine karıştığı bu coğrafyada aşkı, insanlığı ve felsefeyi keşfeder. Aren’in Deniz’e olan bağlılığı bu kez onu bilmediği bir coğrafyaya, Maraş’a sürükler. Maraş… Suriye Ermenisi olan Aren, rüyalarının şehri olarak tanımladığı Maraş’ı sevgilisiyle birlikte sokak sokak adımlamaya başlar. Maraş şehrinin gizli kalmış güzelliğinin birer yansıması olan mozaikler, tarihi Maraş çarşısı ve tanık oldukları her şey iki sevgilinin hafızalarında unutulmamak üzere yer bulur. Bir tesadüf eseri karşılaşan bu iki sevgiliyi bir araya getiren asıl güç, ikisinin de bilmediği ve yüz yıllardır birçok kültüre ve dine konu olmuş Medusa lanetinin ta kendisidir. Bu lanetin çözümünde Aren ve Deniz’in başından geçen olaylar, aşkın ve kaderin yaşamdaki büyük yerini bizlere tekrar hatırlatacaktır. Mürvet Sarıyıldız, romanında aşkın doğasını ele alırken Yunan ve İslam felsefelerine uzanarak, kimsenin kayıtsız kalamayacaksınız... Tüm seçkin kitapevleri ve e-kitap satış sitelerinde... STS MEDYA

1 Ağustos 2012 Çarşamba

İbn-i Rüşt: “Kadın, Kocasının Yanında Ot Gibi Yaşamaktadır”



Kadınlar, her zaman toplumda ikinci sırada gelmiştir. Kimileri bunun nedeninin “cennetten çıkarılmaya neden oldukları” düşüncesini savunurken kimileri de “kadının eksik” olduğunu görüşünü savunmaktadır.
Peygamber dönemi belki de kadının en rahat ettiği dönemlerden biriydi. Kadınlar, akıllarına takılan bir soru olduğunda direk gidip peygambere durumlarını arz ederler ve soruların cevabını alıp gönül huzuru içinde evlerine geri dönerlerdi.
Peygamber döneminde kadınların rahatlıkla peygambere soru sormalarında en büyük etken ise; kimi zaman kadınların aklına takılan soruların cevaplarının erkeklerin işine gelmeyişiydi.
Ya da soruların ve de alınan cevapların iyi bir şekilde aktarılamayışıydı.
Bir gün Bureyde (r.a.) peygamberin yanında otururken içeriye ansızın bir kadın girer ve soluk soluğa “ey Allah’ın Resulü anneme yardımcı olması için bir cariye vermiştim. Annem öldü.” dedi. Rasulullah (s.a.v.): "Yaptığının karşılığını görmen ve o cariyenin miras olarak sana geri gelmesi gerekir." dedi.
Peygamber döneminde kadınların pek çok işte çalışabildiğini görürken ondan sonraki dönemlerde kadını toplum içerisinde göremeyiz.
Hatta Sa’d b. Muaz, bir gün kadın çobanlardan biri, Ka'b b. Malik'in, Sel' Dağında, koyunlarını gütmektedir. Koyunlardan bir tanesi yaralanır. Cariye koyun o halde ölmeden yetişir ve keskin bıçağı ile koyunu hemen oracıkta keser. Bu olay Peygamber'e sorulduğunda: ”Onu yiyiniz!” cevabını alırlar.
Hz. Muhammed (sav)’in eşi Zeynep dericilik ile uğraşırdı ve kazandığını sadaka olarak dağıtırdı. Hz. Muhammed (sav) ev işlerinde eşlerine yardım eder, elbisesinin yırtığını yamar, ayakkabısının söküğünü dikerdi.
Fakat daha sonraları dinin yanlış anlaşılması ya da yorumlanmasıyla kadınlar ikinci sınıf konuma itilmiştir.
İbn-i Rüşt ne peygamber dönemi görmüştür ne de Emevi dönemini fakat okuduklarından yola çıkarak peygamber dönemini ve onun dönemini Platon'un Cumhuriyet'indeki nizama benzetir. “O, cumhuriyetin bir örneği idi.” Der.
Peygamberin vefatından ve Hz. Ali’nin Muaviye ile girdiği savaştan yenik düşmesinden Emevi Devletinin temelleri atıldı işte o vakit “nizam bozuldu, bu güzelim bina yerine Emevi istibdatını kuruldu.” Bu istibdat sonucunda huzurun yerini fitne ve anarşi aldı.”
İbn-i Rüşt, kadınlar konusunda belki de en tarafsız düşünen filozoftur. İbn-i Rüşt’e göre kadın, erkek eşittir ve kadın erkekle aynı hak ve ehliyete sahiptir. Kadın ve erkekler aynı hak ve ehliyete sahip olsa da ve eşit olsalar bile cinslerinin getirdiği üstünlükler ve zayıflıklar vardır. “Erkek bazı durumlarda kadından üstündür. Fakat kadında bazı durumlarda erkeklerden üstündür. Her iki cinsiyetinde farklı konularda zayıflıkları vardır.”
İbn-i Rüşt’e göre kadın isterse çok iyi bir asker bile olabilir. Buna örnek olarak Afrika’daki bazı kabileleri gösterir ve “kadın isterse Afrika’daki bazı kabilelerde olduğu gibi çok iyi “bir asker” olabilir.” der.
İbn-i Rüşt’e göre “kadınların devlet işlerinde çalışmasında da bir sakınca yoktur.”
Kadına yüklenen görevler, kadının “aklını” kullanmasıyla alakası olmadığı için kadında bulunan akıl atıl durumdadır. Yani işlenmemiş bir elmastır ve işlenmeyi beklemektedir. Kadına yüklenen annelik, ev işleri ve temizlik gibi görevlerde kadının aklını kullanmasına neden yoktur. Bunlar zaten olağan şeylerdir ve rutin olarak yapılmaya alışılagelen şeylerdir.
Abbasi döneminin en önde gelen isimlerinden Câhız, Abbasi döneminin havasını şu şekilde yansıtır. Allah’ın kadından bir erkekle birleşmeden çocuk yarattığını, fakat erkekten kadınsız olarak bir çocuk yaratmadığını, bu mucizenin erkeğe değil kadına has kılındığını ifade ederek konuya şöyle devam eder: “Ne biz ne de aklı başında hiç kimse, kadınların erkeklerden bir iki derece veya daha üstün ya da aşağı olduğunu söyleyemez. Lakin bizim –kadınların üstün oldukları yönleri belirtmemizin nedeni, bazı insanların kadınlara hiç önem vermediklerini, onları çok aşağılayarak hor-hakir gördüklerini ve onların haklarını vermede cimrilik ettiklerini görmemizdir.”
Bu nedenle hangi topluma bakarsanız bakın düşünür bir kadın ya da şair bulmak mümkün değildir. Çünkü “kadınlara yüklenen görevler neticesinde kadınlarda mevcut olan, “akli melekeler” işlenmediğinden kadınların kabiliyetleri yok olmakta ve kişilik sahibi, fazilette yüksek kadınlar ve ne yazık ki meşhur kadınlar var olamamaktadır.”
Bu da bize gösteriyor ki kadının “aklı eksik” değildir. Sadece aklını kullanabileceği alanlarda görevlendirilmemektedir. Bugün ve bugünden önce meşhur kadın yoksa bunun sebebini bu noktada aramak gerekir. Kadınlara yüklenen görevler neticesinde bırakın akli melekesi işleyen meşhur kadınların ortaya çıkmasını hazır var olan kadınlar, “kocalarına yük” kocalarının yanında “ot gibi yaşamaktadırlar.”

Mürvet Sarıyıldız

22 Temmuz 2012 Pazar

Her İnsan, Bir Süpermen Olmak Zorunda mı?


Her İnsan, Bir Süpermen Olmak Zorunda mı?
16 Temmuz 2012 - Pazartesi 05:13
Çocuktum, kuşlara bakıyordum. Gökyüzünde özgürce uçmaları hoşuma gidiyordu. Bazen bir ağacın dalına konuyorlardı, bazen de telefon tellerine… Bazı akşamüstleri, bir ağaca toplanıp saatlerce bıkıp usanmadan öttükleri olurdu. Boğazları ağrımaz mıydı, anlamıyordum?
Bazı akşamüstleri de gökyüzünde gruplar halinde uçar, aklınızı almadığı akrobatik hareketler yaparak mavi derinliklerde süzülüp gönüllerince kanat çırparlardı. Oysa benim uçmam için uçağa binmem gerekti ve o da dünyanın parası idi. Babam ile annem akşama kadar çalışır anca karnımızı doyuracak ekmek parasını kazanırlardı. Kimi geceler rüyamda kartal olur uçardım. Kimi geceler ise küçük bir serçe olur; ağaç dalına konardım. Bir süre sonra fark ettim ki gün içerisinde yaşadığım olaylara göre rüyamda ya kartal oluyordum ya da serçe! Eğer iyi bir gün geçirmiş yatağıma mutlu bir çocuk olarak girmişsem “kartal” oluyordum. Yok, kötü bir geçirmiş, yatağıma yanağımda yaşlarla gözlerim dolu, burnumu çeke çeke ve asık suratla giriyorsam “serçe” oluyordum. Ta ki lise yıllarına gelip de Hazerfen Ahmet Çelebi’nin kuşlar gibi uçtuğunu öğrendiğimde işte o gün her şey değişmişti. O uçmuştu da ben neden uçamamıştım! Benim neyim eksikti, Hazerfen Ahmet Çelebi’den. Param oldukça hurdacıya gidip kuşlar gibi uçmak için kendime kanat yapabileceğim malzemeleri tek tek almaya başladım. Hazerfen Ahmet Çelebi’den bir şey eksik değildi ya hemen koyuldum kanatları yapmaya. Aslında bir şey eksikti ya! Onu bir türlü tamamlayamadım. O da Hazerfen Ahmet Çelebi, İstanbul’da Galata’dan uçmuştu; bense daha İstanbul’un İ’sini görmemiştim. Gel zaman git zaman kanatları yaptım. Uygun bir yer bulmam gerekiyordu, uçmak için. Şehrin en yüksek tepesine çıktım. Hiç kimse beni görmüyordu, bir ben bir şehir ve bir de gökyüzü vardı. Özenle kanatları kollarıma geçirdim ve hızla koşmaya başladım. Koştum, koştum, ben koştum rüzgâr koştu. Rüzgâr koştu ben koştum. Sonunda kendimi boşlukta buldum. Fakat o da ne kanatlar çalışmıyordu. Yanıma paraşütte almamıştım. Gözlerimi kapadım ve yere çakılmayı beklemeye koyuldum. Birden vücudumda bir sıcaklık hissettim. Acaba korkudan altıma mı kaçırdım diye düşünürken göz ucuyla arkama baktığımda Süpermen’in bana gülümsediğini gördüm. Beni güvenilir bir yere koyduğunda ona teşekkür etme fırsatını buldum. Ona çay ısmarlayacaktım ama kabul etmedi. Üstünde parası olmadığı içinde o bana ısmarlayamadı. Adımlayarak konuşmaya başladık. Ona ne gibi güçlerinin olduğunu sorduğumda “yok, yok ne ararsan var!” diye cevap verdi ve başladı saymaya: X-ray görüşü: Bu özelliklerim sayesinde her şeyin arkasını görebilirim. Yalnızca kurşunun arkasını göremez. Teleskobik görüş: Bu yeteneğimle uzak mesafeleri yakınlaştırıp görebilirim.(Uzak cisimlere zoom yaparak yakınlaştırır) Mikroskobik görüş: Bu yeteneğim ise aşırı derece de küçük atomik seviyede ki cisimleri görebilmemi sağlar. Isı Saçan Bakışlar: Bu yeteneğim sayesinde düşmanlarına zor anlar yaşatırım. Soyguncuların kaçış arabalarını patlatabilir, ağır metalleri eritebilirim. Diğer görüş yetenekleri: Süpermen ultraviolet ışınları, kızılötesi ışınları, elektromanyetik dalgaları ve karanlıkta görebilir. Süpermen denizin altını dahi görebilir. Süper işitme: Bu özelliğimle her sesi duyabilirim.Böylece her tehlikeyi sezip,zamanında o tehlikeleri önleyebilirim. Süper Ses: Bütün insan ve hayvanların mimiklerini ve seslerini aynen taklit edebilirim. Süper Nefes: Bu yeteneğim ile kasırga gücünde rüzgar üfleyebilir ve bu rüzgar hedefini dondurabilirim.. Bir üflemesiyle güneşi söndürebilirim. Süper hipnotizma: Clark Kent olarak gözlüklerim bu gücümü kullanmama yardımcı olur. Diğerleri gibi görünmemi sağlar, herkes beni korkak adam olarak algılar ama fotoğraflarda Supermen gibi çıkarım. Dayanıklılık: Evrenin en sert yumruklarına, dünyanın en güçlü patlamalarına dayanabilirim. Bunun sebebi solar enerjinin getirdiği sertlik ve dayanma gücüdür. Süper Güç: Kolaylıkla Mısırda ki büyük piramit(Keops)’i kaldırabilirim. Bir dağı yerinden kaldırıp atabilirim. Süper Hız:. Çok karmaşık işleri ve nesneleri normal bir insandan yüzlerce kat daha hızlı toplayabilirim. Sadece 45 saniye içinde dünya turu yapabilirim. Kendi etrafımda çok yüksek hızlarda dönerek hortum oluşturabilir ya da matkap gibi yeri delebilirim. Solar enerji emme: Enerjimin kaynağı Sarı Güneş'tir. Ayrıca başka yıldızlardan ve gezegenlerden de güç alabilirim. Ama Kızıl Güneş güçlerimi kaybetmeme neden olur. Yaralanmamazlık: Kriptonit hariç zarar hiçbir şey bana zarar veremez. Süper Zeka: Beynim bir bilgisayar gibidir, her şeyi hatırlar yeryüzündeki bütün dilleri konuşabilirim, metropolis telefon defterindeki bütün numaraları ve daily planet’te ki bütün dosyaların içeriklerini bilirim. Çok iyi analiz yeteneği vardır. Bunları saydıktan sonra yanımdan uzaklaştı. Bu defa Hazerfen Ahmet Çelebi geldi yanıma. Ona da aynı soruları sordum. Boynunu büktü, “ben sadece uçmaktan başka bir şey yapmamam onu da zaten bir kere yaptım.” Deyince Süpermen’in arkasından koşmaya başladım. “Süpermen, hey Süpermen! Ben de Süpermen olmak istiyorum!” “İnsan, isterse Süpermen olabilir, yeter ki Kripton’da doğsun!” diyerek uçup gitti. Ben süper bir adam olmayı beklerken onun söylediği sözler üstüne çok düşündüm. Anladım ki “insan, ne oldum dememeli ne olacağım” demeli! Ve kendini olduğu gibi kabul etmeli! RUHABER

Mürvet Sarıyıldız, Malatya Güncel'de yazmaya başladı


Aşk Mahal ve Diğer Romanlar Üzerine
Kayıp Aşk çıktığında çok heyecanlıydım. Okuyuculardan nasıl tepki gelecekti. Yola yeni başlayan biri için gelen tepkiler elbette önemliydi! Çünkü ona göre yazma hayatım şekil alacaktı! Gelen yorumlar güzeldi. Sonra İki Cami Arasında Aşk çıktı. İnsanlar, yav efendim sen nasıl Mimar’a böyle bir şeyi yakıştırırsın diye eleştirilere geldiği gibi aşkı örnek olması bakımından güzel bir şekilde ele almışsınız diyen yorumlar da geldi.
Oysa bu kitapta Mimar ve Mihrimah birer semboldü. Kaldı ki Mimar’ın böyle bir aşkı yaşamadığı düşünülürse bu bir iftiradır denilecek hemen. Oysa bu tarihimizin büyük değerlerine bir iftiradan çok gençlere aşkın nasıl yaşanması gerektiğine dair ipuçlarıydı! Parmağın gösterdiğinden çok parmağa bakmaya alışkın olan insanlarında elbette görüşleri önemli!
Kaldı ki aşkın kayıp olduğunu anlatan Kayıp Aşk, aşkın platonik olduğunu gösteren İki Cami Arasında Aşk ve aşkın evlendikten sonra aşkı öldürmediğini gösteren Aşk Mahal hep aynı eksende dolaşmaktadır. Biraz ukalalık olacak belki ama “aşk böyle yaşanır!” demenin başka bir yoludur, bu!
Aşk ile yola çıktığımda son bir basamak kaldı. Yani okuyucular, Aşk Mahal’den sonra bir aşk kitabı daha okuduktan sonra – ki bu da bana göre aşkın en doruk noktasıdır- inşallah başka konularda okuyucuların karşısına çıkacağım.